Yaratıcı Dramayla Mikroskop ve Teleskop Arasında İnsan
“Mikroskop insana ne kadar önemli olduğunu, teleskop da ne kadar önemsiz olduğunu gösterdi.”
Bu cümle, yalnızca bir gözlemin değil, insanın kendi varlığına dair bir uyanışın da kapısını aralar. Bu sözüyle Manly Palmer Hall, insanın hem evrenin en küçük noktasında hem de en büyük gizeminde yer aldığını anlatır.
1901 yılında Kanada’da doğan Manly P. Hall, genç yaşta felsefeye, mitolojiye, gizli öğretilere ve sembollere yöneldi. 1928’de yayımladığı “The Secret Teachings of All Ages (Tüm Çağların Gizli Öğretileri)” adlı eseriyle insanlık tarihinin kadim bilgeliğini bir araya getirdi. Hall, yaşamı boyunca ruhsal gelişim, içsel farkındalık ve insanın kendi doğasıyla yeniden bağ kurması üzerine yazdı ve konuştu. Onun düşüncesinde bilgelik, sadece bilgi toplamak değil, o bilginin insanın kalbine işleyip onu dönüştürmesiydi.
Yaratıcı drama, Hall’un felsefesini somutlaştırır. İnsan, hem gözlemin nesnesi hem de öznesidir. Her sahne, insanın içindeki laboratuvarı açar. Katılımcıların her biri, bir duyguya, bir düşünceye, bir çelişkiye dönüşür. İçsel dünyamızda da durum böyledir. Mikroskopla baktığımızda kendi varlığımızın detaylarını, korkularımızı, beklentilerimizi görürüz. Teleskopla baktığımızda ise evrenin büyüklüğü karşısında kaybolur, kendi anlamımızı sorgularız.
Manly P. Hall, insanı evrenin merkezine koymaz, aksine, insanın evrenle olan ilişkisinin farkında olmasını ister. O, insanın kendini keşfetmesini “İçe doğru bir yolculuk” olarak tanımlar. Bu yolculukta mikroskop içe bakan gözümüzdür. Teleskop ise dikkatimizi dağıtan dış dünyanın sembolü olarak bireyi provoke eder. Bu iki bakış arasında ise bir denge açığa çıkar.
Bir yaratıcı drama sürecinde, Hall’un düşüncesi bir rehber gibi hissedilebilir. Sahnedeki her hareket, bir farkındalığa dönüşürken her sessizlik, bir iç konuşmaya evrilir. Katılımcılar kendilerini ifade ettikçe, insanın evrensel hikâyesi ortaya çıkar. İçe bakmanın cesareti. Çünkü kendine bakmak, bilinmeyene doğru adım atmaktır.
Manly P. Hall’un bu sözü, modern dünyanın da aynasıdır aslında. Günümüz insanı sürekli dışa, uzak olana, görünene yönelir. Teleskoplarla yeni galaksiler ararken, kendi içsel galaksisini unutur. Oysa insanın en büyük keşfi, kendi varlığının derinliklerindedir. Mikroskopla baktığımızda orada yalnızca bir beden değil, anlam arayışıyla atan bir kalp buluruz.
Yaratıcı drama bize bu kalbi yeniden duyurma imkânı verir. Her karakter, insanın bir parçasıdır. Her sahne, varoluşun bir yansıması. Hall’un düşüncesiyle birleştiğinde, çalışmalar bir oyun olmaktan çıkar, bir içsel araştırmaya dönüşür.
Belki de insanın en büyük görevi, mikroskopla kendine bakabilme cesaretini göstermek, teleskopla baktığında ise o büyüklük karşısında kendi değerini unutmamaktır. Çünkü insan, evrenin içinde küçük görünse de, anlamın kendisini taşıyan tek varlıktır. Ve Hall’un da işaret ettiği gibi, gerçek bilgelik göğe değil, kalbe bakabilmektir.