Merhaba dostlar, tekrar merhaba. Size bir sessiz film hikâyesi. Yanlış anlaşılmasın, masalın aslına sadık kalıyorum ama sonrasını ben uyduruyorum.  Önce birlikte hatırlayalım mı?

Bir şeyler mi varmış, yokmuş mu kimsenin bir halt bilmediği bir dönemde, hatta hadi bir ülkede diyelim; dillere destan bir kız yaşarmış (ki burası çok önemli, sonra anlayacaksınız). Öyle güzel, öyle güzelmiş ki. 

Annesi, babasıyla vay efendim kolej, vay efendim hafta sonu piyanoymuş, voleybolmuş gibi dertleri olmadan kırlarda bayırlarda gereksiz süt içme, nedensiz bir zıplama ihtiyacı hissederek koşar, yaşarmış. Koşarken karşısına çıkan her farenin, güvercinin, bal kabağının halini hatırını sorar, onlarla birlikte anıra anıra şarkı söylermiş. Hatta öyle bağıra çağıra koşarmış ki babası onu ağaç dallarına yaptığı bir salıncağa oturtur sallar sonra diğer çimler de ezilmesin diye koşu güzergâhını çitlerle çevirmiş.

Baba, kişisel çim manyaklığı sebebiyle eşinin rahatsızlığının farkına varamamış. Maalesef anneyle vedalaşmak zorunda kalmışlar. (Rivayete göre de anne bahçıvanla kaçmış) Çok üzülmüşler, gerçekten çok üzülmüşler. Baba kızını avutmak için yan çiftlikteki psikolog kadınla evlenmiş ve kadının iki kızını da kendi kızını eğlesinler diye evine almış.

Şansa bakın ki bu üçlü hatun eve gelir gelmez babayla da vedalaşmak zorunda kalmışlar. (Rivayete göre de baba da kaçmak üzereyken yeni kadın babayı vurmuş, baba da gerçekten ölmüş)

Burada masalda koşan, zıplayan kızla ilgili anne ve babanın o dönemle ilgili tarifsiz bir problem yaşadıklarını, durumu tüm zerreciklerine kadar hissettiklerini fakat deneyimsiz bir bahçıvan ve psikologla özel yaşamlarını çeşnilendirmeye çalıştıklarını görüyor, üzülüyor, kendimize göre bir takım fantezi çıkarımları bularak heyecanlanıyoruz. 

Ancak heyecanımız kursağımızda kalıyor. Psikolog anne ve kızları eve gelir gelmez içlerindeki bir hizmetçiye sahip olma dürtüsünü bizim manyak kızla gidermeye çalışıyorlar. Maalesef bizim kız da hayatına yeni heyecanlar katmanın hazzıyla nasıl bir kabul içinde bilseniz? Örneğin bir çuval patatesi soymak bir saat, dört kişilik patates yemeği için ihtiyaç en fazla altı orta boy patates, geri kalan soyulmuş ve çürümeye terk edilmiş patates için ıslata ıslata dayak günlük on saat.

Tabi bu durumun soğanı var, patatesi var, yine soğanı var. Diyeceksiniz ki bu arkadaşlar hiç mi tavuk, kuzu falan yemezler? Haklısınız, hayır yemezler, yiyemezler. Bizim kız bu arkadaşlarla nedense garip bir iletişim halinde ya.

Neyse günlerden bir gün ülkenin kralı da oğlu olan eşsiz titizliğiyle ünlü prensin büyüyüp şahsi haremine sarktığını görünce, deli oğlanı dizginlemek için ahıra kapatmak, ağzına havuç tıkamak yerine bir “Şengül” düğün salonu kıvamına getirdiği saray salonunda davet verme kararı alır. Sıcağı sıcağına da sınırlar içinde ne kadar köylü, ırgat, hizmetçi, pastacı, hemşire, hostes, psikolog karı, kız varsa da davet eder. Ancak bunların şerefsiz, karaktersiz kocalarına, erkek kardeşlerine, baba ve sevgililerine saray o gece kapatılacaktır. 

Meydanı boş bulan bu şahıslar için de salyalarını dizginleyebilmeleri için çeşitli fedakâr uzmanlar vasıtasıyla farklı dertleşme kulvarları oluşturulmuştur. Karıyı, kızı saray merdivenlerindeki kırmızı halıya atan şerefsizler ilk şerefi kazanma yolculuğunda birbirlerini yerler. 

Deyimi yerinde ise artık sokaklarda in cin top oynamaktadır. Bizim psikolog ve kızları da ne in ne cin ne de top sevmediklerinden, hatta kendilerini saraya götürüp halıya atacak bir ya da birkaç şerefsiz bulamadıklarından evde ne kadar kıyafet, ayakkabı var ise çıkınlarını doldurup yola çıkarlar. Yolda otostop falan yaparlar ki burası farklı bir hikâyedir. Bir şekilde saraya ulaşıp içeri girerler. Dansa kaldırılmayı heyecanla beklemeye başlarlar.

Patates, soğan işini bitirip evdeki ambarın dibini kurutan bizim güzel kız yine gereksiz hoplamaya zıplamaya başlar. Bu arada eve giren bir ateş böceği hiperaktif kızımıza vahiy getirir. Kızımız da bu vahiy doğrultusunda saraya gitme kararı alır. 

Şarkılarla, türkülerle, danslarla evde ne kadar fare varsa at, balkabağından araba, oradaki bir şeylerden de seyis, arabacı ve korumalar yapması için ateş böceğinin hikmetinden faydalanır. Her şey oluştuğunda da geriye sadece kıyafeti kalmıştır. Patates çuvalından tuvalet, evdeki iki cam kâseden de ayakkabı giyer ve yola çıkar.

Saraya geldiğinde vals çalıyordur ve bizim kız hoplaya zıplaya saraya girerek önüne gelenle dans etmeye çalışır. Son anda elleri ve gözleri prensle buluşmuştur, arık kelimeler değil nefesler birbirine karışmaktadır. Prens kıza dikkatle bakmaya çalışmakta ve olanca hızıyla kızı salonda çevirmektedir. Kız o eşsiz güzelliğiyle prense doğru eğilmiş, gözlerini kısmış ve bir şey söylemek üzere ağzını açar ve bütün gün bir şey yememenin hassasiyetiyle prensin üzerine kusar. Bu arada titiz prens de yaverini yanına çağırarak bu kızın neden galoş giymediğini sorarak yaverini azarlar. Yaverin o tarafa doğru elinde galoşlarla geldiğini gören kız çok heyecanlanır ve koşarak saraydan kaçar. Kaçarken de ayağındaki cam kâselerden birini düşürür. Artık bilinen süreç işlemeye başlayacaktır.

Tam o sırada gece yarısı olduğu için çanlar çalmaktadır. Dannn, dannn, gümmm, gümmm. Bizim kız kapının canhıraş bir şekilde çalındığı bu ses armonisi içinde korkuyla uyanır, bir bakar ki kocası yatakta yoktur. Koşa koşa kapıya gider, kapı deliğinden bakar ki ne görsün? Paspasta yıllar öncesinin yakışıklı kocası oturmakta ve durumu çok vahimdir. Kapıyı açar, yakışıklı kocasını içeri çeker fakat hiçbir soru soramaz. Ertesi sabah kocasına doğum gününde aldığı o çok pahalı ayakkabının tekini aramak üzere meyhaneye gideceklerdir.

Ufuk Fikret Ozan
07.08.2021