
Yaratıcı Dramayla Küçük Sporcularda Ebeveyn Zorbalığını Onarma
Yaratıcılığın özgürce nefes alabildiği, bireyin ifadesini bulabildiği alanlardan biri olan yaratıcı drama, çocukların iç dünyalarını, sosyal ilişkilerini ve benlik algılarını yapılandırmada önemli bir rol oynar. Bu alan, çocuğun sadece bir birey olarak değil, aynı zamanda sosyal bir varlık olarak da gelişimine katkı sağlar. Ancak bazı dışsal etkenler, bu gelişimi sessizce gölgede bırakabilir. Bu etkenlerin başında, sporla ilgilenen küçük yaştaki çocuklar için en kritik tehditlerden biri olan ebeveyn zorbalığı gelir.
Yaratıcı drama, çocuğun deneyimleyerek öğrenmesini sağlar. Onu bir role sokarak başkasının yerine geçmesini ve empati kurmasını teşvik eder. Çocuk burada doğru-yanlış ikilemlerinden uzak, hata yapmanın öğrenmenin bir parçası olduğu bir ortamda bulunur. Oysa ebeveyn zorbalığı tam tersine işler. Zorlayıcı, baskılayıcı ve yönlendirici ebeveyn tutumları, çocuğun kendilik değerini aşındırır, başarıyı bir sevgi şartı hâline getirir. Özellikle spora yönelmiş çocuklar için bu durum, hem fiziksel hem de psikolojik baskıyı katlayarak artırır.
Spor, disiplinin ve bedenin dilidir. Ancak bu dilin içinde çocuk kalabilmek, onun için oyunla olan bağını yitirmemek gerekir. Ne var ki bazı ebeveynler, çocuğun sporla olan ilişkisini bir rekabet sahasına çevirir. Kazanmak, alkışlanmak, başarılı olmak maalesef çocuğun değil, ebeveynin doyurulmamış arzularının bir yansımasına dönüşür. Çocuk artık koşmaz, kaçmak için koşar. Oynamaz, beğenilmek için oynar. Her başarısızlık, sadece bir kayıp değildir, sevgiden eksilme tehdidine de dönüşebilir.
İşte tam da burada yaratıcı drama bir panzehir olabilir. Çünkü yaratıcı drama, çocuğa kendini yeniden inşa edebileceği, yargılanmadan ifade edebileceği bir alan sunar. Roller değiştikçe çocuk kendi gerçekliğini başkalarının gözünden görmeyi öğrenir. Empati kurmayı, duyguları tanımayı ve en önemlisi duygularını dillendirmeyi keşfeder. Bu süreçte çocuk, "başarısızlık" kavramını yeniden tanımlar. Artık başarısızlık, ceza gerektiren bir durum olmaktan çıkar, gelişimin doğal bir parçası haline gelir.
Ebeveyn zorbalığı, çoğu zaman fark edilmeyen, ama derin izler bırakan bir güç ilişkisidir. Bu zorbalık açık sözlerle değil, kimi zaman bakışlarla, mimiklerle, imalarla inşa edilir. "Yetersizsin" mesajı, kelimelere ihtiyaç duymadan çocuğun üzerine yük olur. Bu yük, sporda rekabetin içinde daha da ağırlaşır. Çocuk, sadece rakipleriyle değil, ebeveyninin beklentisiyle de yarışmak zorunda kalır. Bu da performans kaygısını, özgüven problemlerini ve uzun vadede spora karşı gelişen içsel dirençleri beraberinde getirir.
Yaratıcı drama ise bu döngüyü kırma potansiyeli taşır. Çünkü drama, çocuğun duygusal güvenliğini önceleyen bir yöntemdir. Burada çocuk, ne kadar "iyi" ya da "kötü" oynadığına göre değil, ne kadar katıldığı ve ne hissettiğine göre değer bulur. Bu, çocuğun kendini değersiz hissettiren dış seslerden uzaklaşmasını sağlar. Yavaş yavaş, iç sesi yeniden yükselmeye başlar. Bu ses, yalnızca onun değil, aynı zamanda kendi sınırlarını ve haklarını fark eden bir bireyin sesidir.
Küçük sporcular için oyun, hala bir oyundur. Büyüme çağındaki bir çocuk için spor, sadece fiziksel gelişimi değil, kimlik oluşumunu da etkiler. Ebeveynin burada bir rehber değil, bir baskı unsuru olması çocuğun benlik duygusunu örseler. Yaratıcı drama ise bu örselenmiş benliği onarma, hatta yeniden inşa etme gücüne sahiptir. Çünkü orada her çocuk duygusuyla, hayaliyle ve düşleriyle bir bütündür.