Yaratıcı Dramayla Hayatımızın En Gürültülü Sesi, Kendi İç Sesimiz

Yaratıcı Dramayla Hayatımızın En Gürültülü Sesi, Kendi İç Sesimiz

 

İnsan, dışarının sessizliğinde bile susturamadığı bir şey taşır içinde, kendi sesi. Ne kadar çevreye kulak kabartsak da, en sonunda duyduğumuz, en yüksek tonda çarpan, en inatçı yankıyla gelen hep o iç sestir. Zihnimiz bazen fısıltıyla, bazen komut gibi, bazen sorgulayıcı, bazen kandırıcı ama çoğu zaman da bastırılamaz bir gürültüyle konuşur. O ses, yalnızken başlar ama kalabalıkta büyür. Sessizlikte çoğalır ama en çok karmaşanın içinde çığlığa döner.

İşte yaratıcı drama, bu sesi duyabilmenin yollarından biridir. Daha doğrusu, bu sesle oturup konuşabilmenin... Kendi iç sesimizin sahneye çıkmasına izin vermek, belki de bugüne kadar kendimize verdiğimiz en dürüst izin olabilir.

 

İç sesin sahnesi

Yaratıcı drama, dış dünyayı değil, iç dünyayı oynatır. Her rol, içimizdeki bir parçayı canlandırır. Her doğaçlama, sessiz kalan bir yanımızı konuşturur. Dış sesler, kurallarla, rollerle, 'nasıl davranılması gerektiğiyle' meşgulken, yaratıcı drama iç sesimize alan açar. Çünkü orada 'doğru cevap' yoktur. Sadece sorular vardır. Ve belki de, en çok kaçtığımız şey, bu soruların içten gelen cevaplarıdır.

İç ses sadece duygularla konuşmaz. Korkularla, beklentilerle, kırıklıklarla, çocukluktan kalma kalıplarla, susturulmuş arzularla, bastırılmış öfkeyle de konuşur. Bu ses, ne kadar derine itildiğine göre yükselir. O yüzden bazı insanlar bir role girdiklerinde ağlar. Bazıları bir karakterin sözlerini söylerken kendi gerçeğini fark eder. Çünkü iç ses, sahnede susmaz. Hatta en çok orada bağırır.

 

Gürültünün biçimi

Hayat, dış gürültülerle doludur. Zil sesleri, korna sesleri, telefon titreşimleri, iş toplantıları, uyarılar, görevler… Tüm bu dışsal uğultuların içinde iç sesimizi bastırdığımızı zannederiz. Ama gerçek şu ki, iç ses kendine yol bulur. Bazen bir uykusuzlukta, bazen sabah aynaya bakarken, bazen de plansızca gelişen bir anın içinde çıkar karşımıza. Bastırıldığında fısıltıdan çığlığa dönüşür. Ve biz çoğu zaman, o sesi başka şeylerle karıştırırız. Anksiyete deriz, huzursuzluk deriz, sıkılmak deriz.

Oysa iç ses, sadece duyulmak ister. Sadece ciddiye alınmak, dinlenmek... Belki de yaratıcı drama, ona mikrofon tutulduğu yegâne alanlardan biridir. Çünkü orada “ben böyle hissetmiyorum” deme hakkı vardır. Orada “sadece deniyorum” demek mümkündür. Bu yüzden yaratıcı drama, iç sesin gürültüsünü duyulur hale getiren, onu görünür kılan, onunla bağ kurduran bir aynadır.

 

Sahici konuşmalar

İç sesle kurduğumuz ilişki çoğunlukla tek yönlüdür. “O” konuşur, biz bastırırız. “O” uyarır, biz görmezden geliriz. Ya da tam tersi, “O” susmak ister, biz onu konuşmaya zorlarız. Yaratıcı drama bu ilişkiyi çift yönlü hale getirir. Oyun, iç sesin temsilidir ama aynı zamanda onunla kurulan diyaloğun alanıdır. Sözsüz bir bakış, bir duruş, bir mimik bile iç sesin cümlesi olabilir.

Sahnede “miş gibi” yapmak, aslında “belki de böyleyim” demenin güvenli bir yoludur. Bir başkasının rolüne girerken, kendi içimizde var olan ama susturduğumuz tarafları harekete geçiririz. İç ses, bazen başka bir sesle dile gelir. Ve bunu fark etmek, insanın kendine attığı en derin adımlardan biridir.

 

Sessizliğin içindeki gürültü

Yaratıcı dramada bazen sessizlikler olur. Uzun, rahatsız edici, sıkıcı gelen boşluklar. O anlarda dış dünya durur gibi olur. İşte o sessizlik anlarında iç ses en çok konuşur. 'Ne yapıyorum burada?' der. 'Bu saçma,' der. 'Ben bunu yapamam,' der. Veya tam tersi, 'İşte bu benim,' der. 'Bunu hep yapmak istemiştim,' der.

İç ses sessizlikte çoğalır ama sahicilikle rahatlar. Yaratıcı drama, bu yüzden yalnızca bir oyun değil, hatta bir aynadır. İç sesimizi gözlemleme, onunla baş başa kalma ve onu anlamlandırma alanıdır. Orada, dışarıya değil içeriye oynanır.

 

Kendi sesine kulak vermek

Hayat, başkalarının sesiyle şekillenir çoğu zaman. Aile, toplum, eğitim, kurallar… Bize ne yapmamız gerektiğini, kim olmamızın beklendiğini anlatır durur. Bu seslerin arasında kendi iç sesimizi duymak güçleşir. Yaratıcı drama, o karmaşanın içinde bir durma anı yaratır. “Peki sen ne diyorsun?” diye sorar.

Bu soruya verilen yanıt çoğu zaman hazır değildir. Ama yaratıcı drama, cevaptan çok o cevabın arandığı yerle ilgilenir. İç sesin yargılanmadığı, bastırılmadığı, manipüle edilmediği ender alanlardan biridir. Birey burada, kendi sesine dışardan bakma şansı bulur. Bu da çoğu zaman yaşamı yeniden düzenleme cesareti kazandırır.

 

Dışarıda sessizlik, içeride fırtına

Bazen dışarıdan tamamen sakin görünen bir insanın içinde devasa bir fırtına döner. Kimse duymasa da, o ses kendi içinde çarpar, büyür, yankılanır. İşte yaratıcı drama, o fırtınayı dile getirmenin güvenli bir yoludur. Hem iç sesi dinleme hem de onunla konuşma cesareti verir.

Bu sesle dost olmak zordur. Çünkü çoğu zaman o ses, bizi en çok eleştiren, en çok yargılayan, en az affeden yanımızdır. Ama yaratıcı drama, o sesi sadece duymayı değil, onunla ilişki kurmayı öğretir. “Neden böyle konuşuyorsun benimle?” demenin alanıdır. “Susturmak yerine dinlesem ne olur?” sorusunun oyunla yanıtlandığı yerdir.

 

İç sesin yankısı

Yaratıcı drama, dışsal gerçeklikleri değil, içsel doğruları sahneye çıkarır. Hayatın içinde duyulmayan, bastırılan, görmezden gelinen iç sesi alır, sahne ışıklarının altına koyar. O ışık bazen rahatsız eder, bazen iyileştirir. Ama her zaman fark ettirir. Ve bu farkındalık, kişinin kendine attığı ilk dürüst bakış olabilir.

Hayatın en gürültülü sesi, dışarının karmaşası değil, kendi içimizde susturamadığımız o sestir. Ve onu susturmak değil, duymak gerekir. Yaratıcı drama, bu duyma yolculuğunun güvenli, dürüst ve dönüşüm dolu bir kapısıdır.

 

Önceki BlogICF CCE Onaylı Yaratıcı Drama Teknikleri ile Koçluk Yetkinlik ve Becerilerini Geliştirmek
Sonraki BlogYaratıcı Dramayla Benken Biz Olmak